ABD 19.4 trilyon dolarlık ekonomi ile birinci sıradaki yerini korurken, 12.0 trilyon dolarlık Çin ikinci sırada yer alıyor. Türkiye ise 850 milyar dolarlık GSYH ile dünya ekonomisi içinde 17. sırada bulunuyor.

2008 yılında “mortgage krizi” sonrası ABD’nin ve 2011 yılında “borç krizi” sonrasında Avrupa’nın, merkez bankaları vasıtasıyla likiditeyi artıran hamleleri ile beraber ticareti artırıcı hamleleri işe yaramış ve gerek kendi ekonomileri gerekse dünya ticareti iyiye doğru gitmiştir. IMF verilerine göre; 2016 yılında yüzde 3.3 büyüyen dünya ekonomisi 2017 yılında yüzde 3.7 büyümüştür. 2017 sonu itibariyle dünya ekonomisi içinde ABD 19.4 trilyon dolarlık ekonomi ile birinci sıradaki yerini korurken, 12.0 trilyon dolarlık Çin ikinci sırada yer almıştır. Türkiye ise 850 milyar dolarlık GSYH ile dünya ekonomisi içinde 17. sırada yer almaktadır.

ABD Başkanı Trump’ın vergi indirimleri ile desteklediği hamleler sayesinde ABD ekonomisi 2018 yılında oldukça ciddi bir büyüme süreci geçirdi. 2017’de yüzde 2.2 büyüyen ABD’de 2018 yılı ilk çeyreğinde yüzde 2.0, ikinci çeyreğinde yüzde 4.2, 3. çeyreğinde yüzde 3.5 büyüme yaşandı. Üstelik bu süreçte işsizlik oranı yüzde 3.7’ye kadar düştü. ABD borsa endeksleri de rekor seviyelere yükselerek tasarruflara yüksek getiri sağladı. Bu güçlü ekonomik gelişme karşısında Merkez Bankası FED, faizleri her üç ayda bir artırarak ekonomideki ısınmanın aşırıya kaçmasını önlemeye çalışıyor. Tabi bu durum, doların dünyadaki maliyetini de artırıcı etki yapıyor. 2 yıl önce Libor oranı yüzde 1 seviyesinin altında iken günümüzde yüzde 2.5 seviyelerinde seyrediyor. Diğer taraftan parasal genişleme nedeniyle 4.5 trilyon dolarlık büyüklüğe ulaşan FED, bilançosunu da küçültmek amaçlı hamleler yapılıyor. FED'in bilanço küçültmesinin piyasalara yansıması; 2018’de 420 milyar USD, 2019’da 600 milyar USD, 2020’de 600 milyar USD ve 2021’de 350 milyar USD olarak beklenmektedir. Bu kadar paranın piyasadan çekilmesi doların önümüzdeki dönemde bir miktar kıtlık sorunu yaşanmasını da beraberinde getirecektir. Zaten Türkiye dahil gelişmekte olan ülkelerde, son bir yılda yerel para birimlerinin dolara karşı ciddi değer kayıpları yaşamaya başladığını gözlemledik. Gelişmekte olan ekonomilerin birçoğunun 10 yıl öncesine kıyasla daha yüksek düzeyde özel ve kamu borçlarının olması, bu ülkeleri daha savunmasız bırakmaktadır.

Trump’ın Çin’e karşı önce 50 milyar USD sonra 200 milyar USD ithal ürüne ek gümrük vergisi koyması ve 2019’da bu ek vergilere devam edeceğinin niyetini açıklaması dünya ticaret savaşlarının gelecek yıl da süreceğini gösteriyor. Ancak bu durum dolaylı olarak ABD ekonomisine negatif etki gösterecek. Gerek FED’in faiz artırımları gerekse azalacak ticaret nedeniyle IMF, ABD’nin 2019 yılı büyüme beklentisini yüzde 2.7’den yüzde 2.5’e indirirken; Moodys aynı yıl için yüzde 2.3 öngörüyor. Hatta Moodys, 2020’de ABD büyümesinin mali teşviklerin azalmasıyla yüzde 1.5’e kadar ineceğini hesaplıyor.

IMF, 2018 yılı küresel büyüme beklentisini yükselen riskler nedeniyle yüzde 3.9'dan yüzde 3.7'ye indirmiştir. Küresel büyümeye yönelik negatif revizyona gelişmiş ülke piyasa ekonomilerine yönelik büyüme tahminlerindeki aşağı yönlü revizeler sebep olmuştur. Özellikle Arjantin, Brezilya, Meksika, İran ve Türkiye için ciddi ölçüde aşağı yönlü revizyonlara gidilmiştir. Türkiye 2008 küresel krizi sonrasında hızlı büyüyen ülkeler arasında üst sıralarda yer almıştır. 2010-2016 döneminde yıllık ortalama büyüme oranı yüzde 6.7 olarak gerçekleşmiş ve küresel kriz öncesi dönemdeki yüksek büyüme performansına yaklaşmıştır.  2017’nin ilk iki çeyreğinde yüzde 5.3 büyüyen GSYH, 3. çeyrekte yüzde 11.5 ile rekor bir artış yaşarken 4. çeyrekte yüzde 7.3 büyümüştür. 2018 yılının ilk çeyreğinde de yüzde 7.3 büyüyen ekonomideki bu hızlı gidiş beraberinde sorunları da getirmiştir. 7 Mart’ta Moodys Türkiye’nin kredi notunu indirirken 8 Mart’ta cari açık verisi beklentilerin üzerinde geldi. Bu tarihten sonra dolar ve faiz yükselişi başladı.

Türkiye’de 18 Nisan 2018’de erken seçim kararı alındı. Erken seçim sürecinde, dolardaki yükseliş sürerken ABD ile gerilimin artmasıyla dolar kuru seçim sonrasında da yükselmeye devam etti. 13 Ağustos 2018 tarihinde Türk Lirası, dünyadaki 192 ülkenin parasının 186’sına karşı tarihinin en düşük seviyesini gördü. Ancak bu tarihten sonra gerek Merkez Bankasının gösterge faizi % 24.0’e yükseltmesi, gerekse piyasadaki gerçek döviz talebini azaltacak sözleşmelerin TL’ye çevrilmesi zorunluluğu ve TBB’nin borçlu şirketlerin vadelerinin yapılandırılması kararı ile piyasa rahatladı. 20 Eylül’de Hazine ve Maliye Bakanı tarafından açıklanan

Yeni Ekonomi Programı-YEP göre 2019’da büyüme yavaşlasa da yüzde 2.3 büyüme gerçekleşecek ve ardından 2020’de yüzde 3.5, 2021’de yüzde 5.0 ile ciddi anlamda güçlenecektir. Türkiye’nin 2019 yılında resesyona girmesi bekleniyor. Yani ikiden fazla çeyreksel dönemde ekonomi küçülecek. 2019 yılı ilk ve ikinci çeyreklerde baz etkisiyle negatif rakamları göreceğiz. Ancak diğer çeyrekler için net bir tahmin zor. Diğer taraftan Türkiye’nin stagflasyona girip girmeyeceği, tahmini yapanlara göre değişiyor. Stagflasyon, ülkede işsizlik oranı artarken fiyatların da yükseldiği durumu anlatır.

Maliye Bakanlığı Yeni Ekonomi Programına göre 2019 yılında yüksek enflasyon ve yüksek işsizliğe karşılık düşük de olsa pozitif bir büyüme beklemekte, Türkiye'nin stagflasyona girmeyeceği öngörülmektedir. IMF ve OECD ise stagflasyon öngörüyor:  IMF, 2019’da yüzde 0.4 büyümeye karşın işsizliğin yüzde 12.3’e çıkmasını beklerken OECD 2019 yılı büyüme tahminini 21 Kasım’da –yüzde 0.4’e çekmiş ve işsizliğin yüzde 12.7’ye çıkacağını tahmin etmiştir. 2019 yılı için Kredi derecelendirme şirketlerinin Türkiye’ye bakışı ise daha negatiftir: 2019 yılı için S&P yüzde 0.5, Fitch yüzde 1.9, Moodys yüzde 2.0 küçülme bekliyor.

Türkiye’nin resesyon sürecine girmesiyle beraber dış talepte sert bir azalma görülüyor. Bunu en net, cari açık veren ekonominin cari fazla vermesi ile görüyoruz. Son açıklanan veriye göre 2017 Eylül ayında 4.441 milyon dolar açık veren cari işlemler hesabı, 2018 yılının Eylül ayında 1.830 milyon dolar fazla verdi. Bunun sonucunda son 1 yıllık cari işlemler açığı 46 milyar dolara geriledi.  Ekim ayında da bu fazla vermenin rekor seviyeye çıkması bekleniyor. YEP’e göre cari işlemler açığının milli gelire oranının 2019 yılında yüzde 3.3’e, 2020 yılında yüzde 2.7’ye, 2021 yılında ise yüzde 2.6’ya düşmesi beklenmektedir.

Görünen o ki biraz zor bir yıl bizi bekliyor. Ancak bu çözümsüz değil. Umarız, 2008 krizinin teğet geçmesi gibi bunu da atlatırız.